30 Kasım 2010 Salı

Boşuna

 Sen yoksun.........
Boşuna yağıyor yağmur...
Birlikte ıslanmayacağız ki.....
Boşuna bu nehir......
Çırpınıp pırpırlanması.....
Kıyısında oturup göremeyeceğiz ki...
Uzar uzar gider..
Boşuna yorulur yollar..
Birlikte yürüyemiyeceğiz ki..
Özlemler de ayrılıklar da boşuna
Öyle uzaklardayız..
Birlikte ağlayamayacağız ki
Seviyorum seni boşuna..
Boşuna yaşıyorum
Yaşamı bölüşemiyeceğiz ki ...

Aziz NESİN

Yaşıyorum Demek

 Aziz NESİN

Çok merak ediyorum kendimi
Başıma birşey mi geldi
Öldüm mü kaldım mı
Hiçbir haber yok kendimden

Bu sabah kapımı çaldım
Kapıyı açan kendim
Bir süre kendime baktım
Bu güleç yüz bendim

Oh ne güzel bir sabah
Bugün de yaşıyorum demek
Benden başka yok kimsem
Beni merak edecek.

26 Kasım 2010 Cuma

Sevmek

"Sevmek; uyuşturucu almak gibidir.
Başlangıçta kendini iyi hissedersin,
bütünüyle verirsin.

Ertesi gün,...
daha fazlasını istersin.
Henüz zehirlenmemiş,
o duygudan hoşlanmışsındır
ve onun üzerindeki egemenliğini sürdürebileceğini sanırsın.
Sevdiğin kişiyi iki dakika düşünür,
sonraki üç saat boyunca unutursun.

Ama yavaş yavaş onun varlığına alışır,
ona bütünüyle bağımlı hale gelirsin.
Böylece onu üç saat düşünür,
iki dakika unutmaya başlarsın.

Yakınında değilse,
bağımlıların uyuşturucu bulamadıkları zaman hissettikleri
şeyi hissedersin.

Uyuşturucu bağımlılarının,
gerek duydukları şeyi bulamadıkları zaman
hırsızlık yaptıkları gibi,
kendilerini aşağıladıkları gibi,
aşk için her şeyi yapmaya sen de hazırsındır..."
Paulo Coelho
'Piedra ırmağının kıyısında oturdum, ağladım' adlı kitabından

Özdemir Asaf

"Kendimi sileceksem,
Bilirim sende varım.
Senin ben yarısıyla seni ben tamamlarım.
Seni sende bütünler,
Sana sende inanır,
Seni sende silerim,
Seni bende yazarım..."

Friedrich Nietzsche - Aforizmalar'dan

 
 
İnsan sıkı tutmalı yüreğini ; çünkü gitmesine izin verirse, çok geçmeden aklı da gider peşinden...

Bakışların

Bir bakışın kudreti bin lisanda yoktur
Bir bakış bazen şifa bazen zehirli oktur...

Bir bakış bir aşığa
 neler neler anlatır
Bir bakış bir aşığı saatlerce ağlatır.

Bir bakış bir aşığı aşkından emin eder
Sevişenler daima gözlerle yemin eder.
 
VICTOR HUGO

Pablo Neruda: Matilde İçin Sone

Seni sevdiğimi göreceksin sevmediğim zaman,
çünkü iki yüzüyle çıkar karşına hayat.
Bir sözcük sessizli
ğin kanadı olur bakarsın
ateş de pay alır kendine soğuktan
Aziz Nesin
 
 
 
 

Daha önce de gitmiştim

"Ne yormak istedim seni.
Ne de yormak kendimi.
Çok çalıştım
Gitmeye de kalmaya da…
İkisi de aynı acı.
...
İkisi de rezil..
Daha önce de gitmiştim
Ama böyle kalarak değil..."
 

16 Kasım 2010 Salı

Her gününüz bayram olsun...




Zamanla anlıyor insan: 3-4 güne sıkışmış bir tatilden öte
Bir şey bayram...

Hayata rasgele serpiştirilmiş ilahi ikramlar, kıymet bilen kullara her daim bayram yaşatır.

Nefes almak bayramdır mesela; günün birinde soluksuz
kalınca anlar insan...

Görmenin nasıl bir bayram olduğunu karanlık öğretir;
sevmeninkini yalnızlık...

Sızlamayan her organ, hele de burun direği bayramdır.

Bayramdır, elden ayaktan düşmemek, zihinden önce bedeni
kaybetmemek, kurda kuşa yem olmayıp "Çok şükür bugünü de gördük" diyebilmek...

Sevdiklerinle geçen her gün bayramdır.
Küsken barışmak, ayrıyken kavuşmak, suskunken konuşmak bayramdır.

Bir kitabı bitirmek, bir binayı bitirmek, bir okulu
bitirmek, kâbuslu bir rüyayı, kodeste ağır cezayı bitirmek
bayramdır.

Yoğun bakımda sancılı geceyi ya da kangren olmuş bir
ilişkiyi bitirmek de öyle...

Vuslat da bayramdır öte yandan...
Endişe içinde beklediğinden mektup almak, telefonda
ansızın sesini duymak, deli gibi burnunda tütenin boynuna
sarılmak bayramdır.

En acıktığın anda dumanı tüten bir somunun köşesini
bölmek, korktuğunda güvendiğine sarılabilmek, dara
düştüğünde dost kapısını çalabilmek bayramdır.

Bir sürpriz paketinden çıkan hediye, tatlı bir şekerlemede
üstüne serilen battaniye, saçlarını müşfik bir sevgiyle
okşayan anne bayramdır.

"Ona güvenmiştim, yanılmamışım" sözü bayramdır.
Hiç aldatmamış, aldanmamış olmak bayram...

Yeni bir sözcük öğrenmek, bir tünelin sonuna gelmek,
müzmin bir işin kapısını çarpıp uzun bir yola çıkıvermek
bayramdır.

Zorluklara tek başına göğüs gerebilmek, gereğinde
haksızlığın üstüne yalın kılıç yürüyebilmek bayramdır.

Yeni eve asılan basma perdeler, alın teriyle kazanılmış
ilk rızkın konduğu çerçeveler, yüklü bir borcun son
taksiti ödenirken sıkılan eller bayramdır.

Evde yalnızlığı noktalayan insan nefesi, akşam kapıda
karşılayan yavuklu busesi, sevdalı bir elin tende gezmesi,
nice adağın ardından çınlayan çocuk sesi bayramdır.

Sonrasında gelen ilk diş bayramdır, ilk söz bayram, ilk
adım, ilk yazı, ilk karne bayram...

Güne gülümseyerek başlamak bayramdır.
"İyi ki yanımdasın" bayram, "Her şeyi sana borçluyum"
Bayram, "Hiç pişman değilim" bayram...

Evlatların mürüvvetini görebilmek, eve dolu bir torbayla
gidebilmek, konu komşuyla yarenlik edebilmek, akşamları
eskimeyen bir keyifle çay demleyebilmek bayramdır.

Zamanı donduran eski fotoğraflara nedametsiz bakabilmek,
altı çizilmiş eski kitapları aynı inançla okuyabilmek, yol
arkadaşlarının yüzüne utanmadan bakabilmek bayramdır.

Alnı açık yaşlanmak bayramdır; ulu bir çınar gibi ayakta
ölebilmek bayram...

Bunların kadrini bilirseniz, kıymet bilmeyi öğrenirseniz
her gününüz bayram olur.

Meraklanmayın, öyledir diye size deli demezler.
Deseler de böyle delilik, bayram artığı günlerdeki nankör
akıllılıktan evladır.

Her gününüz bayram olsun..!

Can Yücel




 

15 Kasım 2010 Pazartesi

Özdemir Asaf


 

Mutluluğun gözü kördür, Yalnızlık sağır. Ondandır biri tökezleyerek yürür, Öbürü uykusunda bile bağırır.

14 Kasım 2010 Pazar

Ben Benden Olgun İnsan İsterim

Ben;
Benden olgun insan isterim karşımda!
Benden dürüst,
En ufak dalgada,
Arkasını dönmeyecek kadar olgun...
Arkamı döndüğümde,
Sırtımdan vurmayacak kadar güvenilir…
Bir o kadar cesaretli olmalı.
Yağmurdan ıslanıp, fırtınadan kaçmamalı.
Ayağı taşa takılınca kayadan korkmamalı.
İşine gelince sevip,
Zoru görünce bırakmamalı!...


Can YÜCEL

13 Kasım 2010 Cumartesi

Balzac



'Kaderini Sev, Belki Seninki en iyisidir.' NIETZSCHE

Deniz kıyısında bir ihtiyar taşçı kayayı yontmaktadır.
Güneş onu yakıp kavurur.
O da Tanrı'ya yakarır ...keşke güneş olsaydım diye.
"Ol" der Tanrı. Güneş oluverir.
Fakat bulutlar gelir örter güneşi, hükmü kalmaz.
Bulut olmak ister. "Ol" der Tanrı. Bulut olur.
Rüzgar alır götürür bulutu, rüzgarın oyuncağı olur.
Rüzgar olmak ister bu kez. Ona da "Ol" der Tanrı.
Rüzgar her yere egemen olur, fırtına olur, kasırga olur.
Herşey karşısında eğilir.
Tam keyfi yerindeyken koca bir kayaya rastlar.
Ordan eser burdan eser, kaya bana mısın demez!
Bildiniz ... Tanrı kaya olmasına da izin verir.
Dimdik ve güçlü durmaktadır artık dünyaya karşı...
Sırtında bir acı ile uyanır...
Bir ihtiyar taşçı kayayı yontmaktadır...

'KADERİNİ SEV, BELKİ SENİNKİ EN İYİSİDİR...'

Dudakla Bardak Arası

Eski Sisam krallarından Ancee adında bir zalim, yeni yaptırdığı bir bağa üzüm kütükleri diktiriyormuş.
İslerin bir an önce bitmesini sağlamak için de kölelerini hiç dinlenmeden çalıştırıyormuş. O zavallı kölelerden biri, bir gün pek bitkin düştüğü için dayanamaz ve zalim krala:
-"Niçin bu kadar acele ediyorsunuz efendim? Siz bu bağın üzümlerinden yapılacak şarabi hiç bir zaman içemeyeceksiniz ki!" deyivermiş.
Kral biraz kızmışsa da sesini çıkarmamış. Nihayet gün gelip üzümler yetiştikten sonra, kral köleler de dahil herkesin hemen toplanmasını emretmiş. Bir müddet sonra da o bağın üzümlerinden yapılmış şaraptan bir bardak getirilmesini emretmiş.
Daha önce kehanet gösterisinde bulunan köleyi de huzuruna çağıtrmis. Şarap bardağını eline alarak:
-"Söyle bakayım, benim bu şaraptan hiç bir zaman
içemeyeceğimi tekrar iddia edebilir misin?"
diye sormuş.
Köle şöyle cevap vermiş:
-"Belli olmaz efendim. İçebileceğinizi söyleyemem. Çünkü dudak ile bardak arasındaki mesafe çok uzundur. O arada basiniza neler gelebileceğini de bilemem!"
Köle sözlerini bitirir bitirmez, içeri kralın adamlarından biri girmiş. Bir yaban domuzunun bahçeye girdiğini ve asmaları kırıp döktüğünü söylemiş. Kral elindeki bardaktan bir damla dahi içmeden hemen dışarı fırlamış. Bahçede domuzun bulunduğu yere koşmuş. Kral ve domuz arasında öldüresiye bir mücadele başlamış. Sonunda yaban domuzu mızrak gibi azı dişleriyle, Sisam kralının karnını yarıp ölümüne sebep olmuş.
Kral bostanda, bardak Masada kalmış.. Şu söz bu olayı güzel bir şekilde ifade ediyor:
"Nasip ise gelir Hint'ten Yemen'den, Nasip değil ise ne gelir elden?"
Sevgiyle kalın...
Kalbinize yakın bulduklarınızı çantada keklik sanmayın. Sıkıca asılın onlara, tıpkı hayata asıldığınız gibi... Çünkü
onlarsız hayat da anlamsızdır. Hayatınızı asla aşka kapatmayın.
Aşkı bulmanın en kısa yolu, "aşık olmaktır", korumanın en iyi yolu ise ona kanat takmak...
Hayatı çok hızlı koşmayın, nereden geldiğinizi ve nereye gittiğinizi unutmayın.
Hayatın bir yarış değil, her saniyesinin tadı çıkarılması gereken güzel bir yolculuk olduğunu aklınızdan çıkarmayın.
Dün tarih oldu...
Yarin bir sır...
Bugünün kıymetini bilin. 

Can DÜNDAR

Ne Kadarınız Gerçek Sizin

Kırk odalı şatonuzun kırkıncı odasındaki kilitler altında
sakladığınız gerçek duygularınızla, gerçek düşüncelerinizin
ne kadarı yansıyor hayatınıza.. Söylenmeyen neler var
kuytularda, hani kendinizden bile sakladığınız, bir sinir
kriziyle ya da büyük bir acıyla yahut da muhteşem bir
sevinçle kabuğunu çatlatıp da ortalara dökülecek neler
biriktiriyorsunuz içinizde...???
Ne kadarınız kendi sahtekarlığınızın esiri?
Sevip de söyleyemediğiniz, özleyip de açıklayamadığınız
ya da sevmeyip de sevginizin eksikliğini içinize
gömdüğünüz oluyor mu...korkaklıklar var mı, yoksa
diplerde saklanan cesaretiniz bir işaretmi bekliyor ...?
Göründüğünüz insan mısınız siz... yoksa bir define
arayıcısı hazineler mi bulur içinizde ya da yıkılmış
bir kentin harabelerinimi taşıyorsunuz. Derininizde neler
saklıyorsunuz..?
Ne kadarınız gerçek sizin?

Ülkenizle ilgili düşüncelerinizi söylüyor musunuz,
yoksa başınızı belaya sokamayacak kadar akıllı mısınız,
gerçek düşüncelerinizi başbaşa konuşmalara mı
saklıyorsunuz...?Açıkça konuşanları biraz aptal
buluyor musunuz..?? Günahlardan yapılmış hayaller
var mı içinizde...günahtan korktuğunuzdan bunları
saklayıp Tanrı'yı mı kandırmaya uğraşıyorsunuz?
Günahları sevmiyor musunuz, seviyormusunuz yoksa..??
Uzun bir yolculuğa çıkar gibi duygularınızla
düşüncelerinizi denklere sarıp da içlerinizde
bir yerlere mi yerleştirdiniz...birgün yolculuk
bitince açmayı mı düşünüyorsunuz, aslında yolculuğun
hiç bitmeyeceğini ve denklerinizi hiç açmayacağınızı

bilerek...Birgün çıldırsanızda bütün duygularınızla
düşüncelerinizi açıkça söyleseniz, neler duyacağız
sizden... gizli palyaçolar mı çıkacak ortaya,
yoksa korkaklığın altında, bir istiridyenin
içinde büyüyen inciler gibi büyümüş
yiğitlikler mi..?? Kızgınlıklarınız yok mu sizin,
öfkeleriniz, isyanlarınız? Aşklarınız yok mu?
Kendi sahtekarlığınıza ne kadar esirsiniz?
Esaretten kurtulsanız da gerçekler dökülse ortaya...
kendinize şaşar mısınız...?? Hiç düşündüğünüz oluyor mu
kırkıncı odada neler var diye... hangi unutulmaya
çalışılmış sevgililer, dile getirilmeyen özlemler,
söylenmeye söylenmeye birikmiş öfkeler, hangi
boşvermişlikler,hangi inkar edilmiş arzular yatıyor
diplerde..??
Ne kadarınız gerçek sizin?

Kimselerden korkmadığınız kadar korkuyor musunuz
kendinizden...Şehrin ışıklarının bulutlara yansıdığı
turuncu pırıltılı külrengi bir gecede,
şimşeklerle boşanan yağmur başladığında şatonuzun
odalarında bir gezintiye çıkıyor musunuz... ağır ağır
yaklaşıp o kırkıncı odaya açıyor musunuz kapıyı usulca...

gördükleriniz ağlatıyor mu sizi, bu kadar gerçeği
o odada saklayıp,hayatı yalandan yaşadığınızı
farketmek nasıl bir sarsıntı yaratıyor...???
Yoksa, ne gökyüzüne vuran ışıklar ne yağmur
ne de sessiz gece,sizin kırkıncı odaya yaklaşmanızı
sağlamıyor mu...korkuyor musunuz kendi gerçeklerinizden,
kırkıncı odanız size de mi kapalı, kendi kendinize
bile mahrem misiniz?
Ne kadarınız gerçek sizin?
Ne kadarınız kendi sahtekarlığına esir?
Bıktığınız olmuyor mu kendi yalanlarınızdan...
hiç kendinizden sıkıldığınız olmuyor mu, kendinizi
bir yerlerde terkedip de gitmek istemiyor musunuz.
Bütün yalanlarınızdan uzak bir yere..???Şöyle rahatça
bütün duygularınızı, bütün düşüncelerinizi
söyleyebileceğiniz bir diyara, kendinizi bile yanınıza

almadan.Ah aslında ben onu seviyordum diye ağlayacağınız
kimleri saklıyorsunuz koynunuzda... yüksek sesle
eleştirip de içinizden hak verdiğiniz hangi düşünceler
var. Kendinizi akıllı bulurken aslında gizlice kendi
korkaklığınızdan utandığınızın itirafını nerelerd gizliyorsunuz..??
Ne kadarınız gerçek sizin?
Ne kadarınız kendi sahtekarlığına esir?
Bunu hiç düşündüğünüz oluyor mu, yoksa bunu düşünmek
bile yasak mı size? Neler var kırkıncı odada...
otuzdokuz odadan yapılmış hayatınızı,kırkıncı odanın
kapısını açmamak için yalandan mı yaşıyorsunuz..??

Niye yapıyorsunuz bunu..?? Açsanıza kırkıncı odayı
yağmurlu bir gecede ....
Belki...
Belki de hiç açmazsınız... kapalı bir odayla yaşarsınız bütün
ömrünüzü, kendinizden sıkılarak...

Yaşama Dair

"Eski zamanların birinde bir adam hayatın anlamının ne olduğuna takmış kafayı… Bulduğu hiç bir cevap ona yeterli gelmemiş ve başkalarına sormaya karar vermiş… Ama aldığı cevaplar da ona yetmemiş. Fakat mutlaka bir cevabı olmalı diyormuş. Herkese bunu sormaya karar vermiş...Köy, kasaba, ülke dolaşmış bu arada zamanda durmuyor tabi ki... Tam umudunu yitirmişken bir köyde konuştuğu insanlar ona:
”Şu karşı ki dağları görüyor musun, orada yaşlı bir bilge yaşar, istersen ona git belki o sana aradığın cevabı verebilir" demişler.
Çok zorlu bir yolculuk sonunda bilgenin yaşadığı eve ulaşmış adam. Kapıdan içeri girmiş ve bilgeye hayatın anlamının ne olduğunu sormuş... Bilge sana bunun cevabını söylerim ama önce bir sınavdan geçmen gerekiyor demiş. Bilge bir çay kaşığı vermiş adamın eline ve içine de silme bir şekilde zeytinyağı doldurmuş. “Simdi çık ve bahçede bir tur at tekrar buraya gel... Yalnız dikkat et kaşıktaki zeytinyağı eksilmesin eğer bir damla eksilirse kaybedersin”.
Adam gözü çay kaşığında bahçeyi turlayıp gelmiş. Bilge bakmış:

” Evet, demiş kaşıkta yağ eksilmemiş, peki bahçe nasıldı?
Adam şaşkın...
”Ama demiş ben kaşıktan başka bir yere bakamadım ki“.
Şimdi tekrar bahçeyi dolaşıyorsun kaşık yine elinde olacak ama bahçeyi inceleyip gel, demiş bilge... Adam tekrar bahçeye çıkmış gördüğü güzelliklerden büyülenmiş muhteşem bir bahçedeymiş çünkü ... Geri geldiğinde bilge, adama bahçenin nasıl olduğunu sorunca gördüğü güzelliklerden büyülendiğini anlatmış adam. Bilge gülümsemiş , “ama kaşıkta hiç yağ kalmamış” demiş ve eklemiş:

"Hayat senin bakışınla anlam kazanır. Sadece bir noktayı görürsen hayatın akıp gider sen farkına varmazsın... Ya da görebileceğin tüm güzelliklerin tam ortasında hayatı yaşarsın; akıp giden zamanın anlam kazanır..." 

"Hayatının anlamı senin bakış açında gizlidir"

Yarim Senden Ayrılalı


Erkan Ogur-

Yarim senden ayrılalı
Hayli zaman oldu gel gel
Bak gözümden akan yaşa
Abu revan oldu gel gel

Böyle m'olur küsüp gitmek
Seni seveni terk etmek
Haram oldu yemek içmek
İşim figan oldu gel gel

Biçare ver varmaya
Halından haber sormaya
Yetiş namazım kılmaya
Seni seven öldü gel gel


Söz - Müzik : Aşık Emrah

Mecnunum Leyla'mı Gördüm


ERKAN OĞUR


Mecnunum Leyla'mı gördüm
Bir kerece baktı geçti
Ne sordum nede söyledi
Kaşlarını yıktı geçti

Soramadım bir çift sözü
Aymıydı günmüydü yüzü
Sandım ki zühre yıldızı
Şavkı beni yaktı geçti

Ateşinden duramadım
Ben bu sırra eremedim
Seher vakti göremedim
Yıldız gibi aktı geçti

Bilmem hangi burç yıldızı
Bu dertler yareler bizi
Gamze okun bazı bazı
Yar sineme çaktı geçti

İzzet-i der ne hikmet iş
Uyur iken gördüm bir düş
Zülüflerin kemend etmiş
Yar boynuma taktı geçti

Söz: Aşık Veysel

12 Kasım 2010 Cuma

Aşk



Şimdi sen kalkıp gidiyorsun. Git.
Gözlerin durur mu onlar da gidiyorlar. Gitsinler.
Oysa ben senin gözlerinsiz edemem bilirsin
Oysa Allah bilir bugün iyi uyanmıştık
Sevgiyeydi ilk açılışı gözlerimizin sırf onaydı
Bir kuş konmuş parmaklarıma uzun uzun ötmüştü
Bir sevişmek gelmiş bir daha gitmemişti
Yoktu dünlerde evvelsi günlerdeki yoksulluğumuz
Sanki hiç olmamıştı

Oysa kalbim işte şuracıkta çarpıyordu
Şurda senin gözlerindeki bakımsız mavi, güzel laflı İstanbullar
Şurda da etin çoğalıyordu dokundukça lafların dünyaların
Öyle düzeltici öyle yerine getiriciydi sevmek
Ki Karakoy köprüsüne yağmur yağarken
Bıraksalar gökyüzü kendini ikiye bölecekti
Çünkü iki kişiydik

Oysa bir bardak su yetiyordu saçlarını ıslatmaya
Bir dilim ekmeğin bir iki zeytinin başınaydı doymamız
Seni bir kere öpsem ikinin hatırı kalıyordu
İki kere öpeyim desem üçün boynu bükük
Yüzünün bitip vücudunun başladığı yerde
Memelerin vardı memelerin kahramandı sonra
Sonrası iyilik güzellik.

CEMAL SÜREYA

Herşey Sende Gizli

Yerin seni çektiği kadar ağırsın
Kanatların çırpındığı kadar hafif..
Kalbinin attığı kadar canlısın
Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç...
Sevdiklerin kadar iyisin
Nefret ettiklerin kadar kötü..
Ne renk olursa olsun kaşın gözün
Karşındakinin gördüğüdür rengin..
Yaşadıklarını kar sayma:
Yaşadığın kadar yakınsın sonuna;

Ne kadar yaşarsan yaşa,
Sevdiğin kadardır ömrün..
Gülebildiğin kadar mutlusun
Üzülme bil ki ağladığın kadar güleceksin
Sakın bitti sanma her şeyi,

Sevdiğin kadar sevileceksin.
Güneşin doğuşundadır doğanın sana verdiği değer
Ve karşındakine değer verdiğin kadar insansın
Bir gün yalan söyleyeceksen eğer
Bırak karşındaki sana güvendiği kadar inansın.
Ay ışığındadır sevgiliye duyulan hasret
Ve sevgiline hasret kaldığın kadar ona yakınsın
Unutma yagmurun yağdığı kadar ıslaksın
Güneşin seni ısıttığı kadar sıcak.
Kendini yalnız hissetiğin kadar yalnızsın
Ve güçlü hissettiğin kadar güçlü.
Kendini güzel hissettiğin kadar güzelsin..

İşte budur hayat!
İşte budur yaşamak bunu hatırladığın kadar yaşarsın
Bunu unuttuğunda aldığın her nefes kadar üşürsün
Ve karşındakini unuttuğun kadar çabuk unutulursun
Çiçek sulandığı kadar güzeldir
Kuşlar ötebildiği kadar sevimli
Bebek ağladığı kadar bebektir
Ve herşeyi öğrendiğin kadar bilirsin bunu da öğren,
Sevdiğin kadar sevilirsin...

Can YÜCEL

Biliyorum sana giden yollar kapalı


Cemal Süreyya-Biliyorum Sana Giden Yollar Kapalı

Biliyorum sana giden yollar kapalı
Üstelik sen de hiç bir zaman sevmedin beni

Ne kadar yakından ve arada uçurum;
İnsanlar, evler, aramızda duvarlar gibi

Uyandım uyandım, hep seni düşündüm
Yalnız seni, yalnız senin gözlerini

Sen Bayan Nihayet, sen ölümüm kalımım
Ben artık adam olmam bu derde düşeli

Şimdilerde bir köpek gibi koşuyorum ordan oraya
Yoksa gururlu bir kişiyim aslında, inan ki

Anımsamıyorum yarı dolu bir bardaktan su içtiğimi
Ve içim götürmez kenarından kesilmiş ekmeği

Kaç kez sana uzaktan baktım 5.45 vapurunda;
Hangi şarkıyı duysam, bizimçin söylenmiş sanki

Tek yanlı aşk kişiyi nasıl aptallaştırıyor
Nasıl unutmuşum senin bir başkasını sevdiğini

Çocukça ve seni üzen girişimlerim oldu;
Bağışla bir daha tekrarlanmaz hiçbiri

Rastlaşmamak için elimden geleni yaparım
Bu böyle pek de kolay değil gerçi…

Alışırım seni yalnız düşlerde okşamaya;
Bunun verdiği mutluluk da az değil ki

Çıkar giderim bu kentten daha olmazsa,
Sensizliğin bir adı olur, bir anlamı olur belki

İnan belli etmem, seni hiç rahatsız etmem,
Son isteğimi de söyleyebilirim şimdi:

Bir geceyarısı yazıyorum bu mektubu
Yalvarırım onu okuma çarşamba günleri

Cemal Süreya

Seslendiren:Bülent Yakut

Sevgilim, Ben Şimdi..

Sevgilim, ben şimdi büyük bir kentte seni düşünmekteyim.
Elimde uçuk mavi bir kalem, cebimde iki paket sigara,
Hayatımız geçiyor gözlerimin önünden..
Çıkıp gitmelerimiz, su içmelerimiz, öpüştüklerimiz,
"Ağlarım aklıma geldikçe gülüştüklerimiz".
Çiçekler, çiçekler, su verdim bu sabah çiçeklere,
O gülün yüzü gülmüyor sensiz,
O köklensin diye pencerede suya koyduğun devetabanı,
Hepten hüzünlü bu günlerde.
Gür ve çoşkun bir günışığı dadanmış pencereye,
Masada tabaklar neşesiz,
Koridor ıssız,
Banyoda havlular yalnız..
Mutfak dersen - derbeder ve pis,
Çiti orda duruyor, ekmek kutusu boş,
Vantilatör soluksuz,
Halılar tozlu,
Giysilerim gardropda ve şurda burda,
Memo'nun oyuncak sepeti uykularda.
Mavi gece lambası hevessiz,
Kapı diyor ki açın beni, kapayın beni.
Perdeler gömlek değiştiren yılanlar gibi,
Radyo desen sessiz,
Tabure sandalyelerden çekiniyor,
Küçük oda karanlık ve ıssız..
Her şey seni bekliyor, her şey gelmeni,
İçeri girmeni,
Senin elinin değmesini,
Gözünün dokunmasını
Ve her şey tekrarlıyor
Seni nice sevdiğimi...

Cemal Süreya

Yalnız Bir Opera

Kış başlıyor sevgilim
hoşnutsuzluğumun kışı başlıyor
bir yaz daha geçti hiçbir şey anlamadan
oysa yapac...ak ne çok şey vardı
ve ne kadar az zaman
kış başlıyor sevgilim
iyi bak kendine
gözlerindeki usul şefkati
teslim etme kimseye, hiçbir şeye
upuzun bir kış başlıyor sevgilim
ayrılığımızın kışı başlıyor
Giriyoruz kara ve soğuk bir mevsime.
Oysa yapacak hiçbir şey kalmamıştır artık
Mutluluk geçip gitmiştir yanınızdan
Her şeye iyi gelen Zaman sizi kanatır...
Murathan Mungan

Güneş Doğdu Zannettim

Bir gece sevdiğim içeri girdi.
 
Yerimden öyle bir fırlamışım ki elbisemin eteği odayı aydınlatan mumu söndürdü.
 
Güzelliği ile karanlığı dağıtan sevgilim sordu;
Ben gelince neden ışığı söndürdün?
Dedim ki; Güneş doğdu zannettim..
 

Ateş ve Su

Ateş bir gün suyu görmüş yüce dağların ardında
Sevdalanmış onun deli dalgalarına....
Hırçın hırçın kayalara vuruşuna,
Yüreğindeki duruluğa...
Demiş ki suya:
Gel sevdalım ol,
Hayatıma anlam veren mucizem ol...

Su dayanamamış ateşin gözlerindeki sıcaklığa
Al demiş;
Yüreğim sana armağan...
Sarılmış ateşle su birbirlerine
Sıkıca, kopmamacasına...

Zamanla su, buhar olmaya,
Ateş, kül olmaya başlamış.
Ya kendisi yok olacakmış, ya aşkı...
Baştan alınlarına yazılmış olan kaderi de
Yüreğindeki kederi de
Alıp gitmiş uzak diyarlara su...

Ateş kızmış, ateş yakmış ormanları...
Aramış suyu diyarlar boyu,
Günler boyu, geceler boyu
Bir gün gelmiş, suya varmış yolu
Bakmış o duru gözlerine suyun,
Biraz kırgın, biraz hırçın.
Ve o an anlamış;
Aşkın bazen gitmek olduğunu,
Ama gitmenin yitirmek olmadığını....

Ateş durmuş, susmuş, sönmüş aşkıyla.
İşte o zamandan beridir ki:
Ateş sudan, su ateşten kaçar olmuş...
Ateşin yüreğini sadece su,
Suyun yüreğini sadece ateş alır olmuş...

Can Yücel

Aptalın Öyküsü

Adamın biri, halinden yakınır dururmuş: “Çalışıyorum, didiniyorum sonunda ancak geçinebiliyorum. Üstelik yalnız başınayım, kimim kimsem yok…” Böyle mutsuz mutsuz sızlanıp dururken, bir karar vermiş. Yollara düşüp bir melek bulacak, halini anlatıp ondan bu haksızlığı düzeltmesini isteyecekmiş.

Yola koyulmuş. Dağda giderken bir kurda rastlamış. Ayakta zor durabilen, bir deri bir kemik kalmış kurt, adama yaklaşmış, nereye gittiğini sormuş. Adam derdini anlatmış, “Bir melek arıyorum. Onu bulup bana yapılan haksızlığı düzeltmesini isteyeceğim…” Bunun üzerine kurt, “Bana da bir iyilik yapar mısın” demiş, “ben de gece gündüz dolaşıyorum, bir lokma yemek zor buluyorum. O meleğe benden söz et, böyle açlıktan öleyazan kurt da olur muymuş diye sor…”

Adam tekrar yola koyulmuş. Çok geçmeden karşısına güzel bir kız çıkmış. Kız da ona nereye gittiğini sormuş. Melek hikâyesini dinledikten sonra adamın ellerine sarılmış:

“Yalvarırım o meleğe benim durumumu da anlat. Gencim, güzelim, zenginim, her şeyim var ama çok mutsuzum. Mutluluğa ulaşabilmek için ne yapmam lazım, ne olur o meleğe sor…”

Adam, melekle kız için de konuşacağına söz vermiş ve yola devam etmiş. Yorulduğu bir sırada dinlenmek için bir ağacın altına uzanmış. Fakat, çevresi yemyeşil olan bu ağacın neredeyse bir tek yaprağı bile yokmuş. Tabii ağaç, bu durumuna çok üzülüyormuş. Ağaç da adama derdini anlatmaya koyulmuş:

“O meleği bulduğunda benden de bahseder misin. Benim bu kaderim nedir, hiçbir şey anlamıyorum. Bak, nasıl da bereketli bir toprak üzerindeyim. Bütün ağaçlar yaprağa, meyveye boğulmuş. Benimse hiç bir şeyim yok. Diğerleri gibi yeşillenmem için ne yapmalıyım, meleğe sorar mısın?”

Adam, ağaca da “peki” demiş, “sorarım.” Ve yoluna devam etmiş…

Nihayet, bulmaktan umudunu kesmiş, vazgeçmek üzereyken bir gün, melek karşısına çıkıvermiş…

Adam anlatmaya başlamış:

“Gece gündüz demeden çalışıyorum, dünyanın hiçbir nimetinden yararlanamıyorum. Acınacak bir hayatım var. Benden çok daha az çalışıp çok daha fazla sefa süren birçok insan var. Söyler misin; eşitlik, adalet bunun neresinde!”

Adamı dinleyen melek, “Tamam, tamam!” demiş. “Zengin ve mutlu olabilmen için sana bir şans veriyorum. Şimdi geldiğin yoldan git, evine dön.”

Meleğin bu sözleri üzerine rahatlamış adam ve kurdun, kızın ve ağacın ricalarını hatırlamış ve meleğe onları da anlatmış. Melek onlar için de birşeyler söylemiş. Adam bunları da bir güzel dinlemiş ve dönüş yoluna koyulmuş.

Uzun bir yolculuğun sonunda ağacın yanına ulaşmış ve meleğin söylediklerini anlatmış:

“Köklerinin tam yanında gömülü altın dolu bir sandık varmış. Bu yüzden beslenemiyormuşsun. Beslenemediğin için yaprağın ve meyven yokmuş. Sandık çıkarılırsa senin de meyven ve yaprağın olacak.”

“Yaşasın!” Demiş ağaç: “Çabuk orasını kaz ve o sandığı çıkar!”

“Hayır” demiş adam, “Melek bana kendi şansımı verdi. Evime dönmem lazım…”

Yoluna devam etmiş. Genç kız bıraktığı yerde onu beklemekteymiş. Adamı görünce koşmuş ve “Melek ne dedi?” diye sormuş. “Sevinçlerini ve acılarını paylaşabileceğin birini bulup da evlenirsen bütün dertlerin hallolacak, mutlu olacaksın” demiş adam. O zaman kız, “Hadi seninle evlenelim, mutlu olmaya çalışalım!” diye atılmış. Adam, “hayır, olmaz” demiş. “Buna zamanım yok. Melek benim şansımı verdi, bir an önce eve gitmeliyim. Sen de kendine başka bir koca bul artık…”

Çok geçmeden o zayıf, bir deri bir kemik kurt çıkmış karşısına. Adam olanı biteni ona da anlatmış. Kendi şansını bulmak için evine gittiğini, acelesi olduğunu söylemiş. “Peki ya ben!” Demiş kurt, “Benim için ne dedi? Onu söyle ve git!” “Senin için söylediğini ben anlamadım” demiş adam; “melek dedi ki, o kurt, yiyecek bir aptal bulamazsa aç susuz dolaşmaya mahkumdur.”

Kurt, “Ben çok iyi anladım.” Demiş ve aptalı yemiş.

En güzel kalp

Genç bir adam kentin merkezinde durmuş, o yöredeki en güzel kalbin kendi kalbi olduğunu söylüyordu.
Çevresinde büyük bir kalabalık oluşmuştu. Herkes en küçük bir leke ya da çatlak olmayan bu kalbe imrenerek bakıyor, onun güzelliğini konuşuyordu. Sonunda hepsi de bu kalbin görkdükleri en güzel kalp olduğuna karar verdiler. Genç adam çok gururlandı ve daha yüksek sesle kalbini övmeye, meziyetlerini anlatmaya başladı. Tam bu sırada kalabalığın içinde bulunan yaşlı bir adam genç adama seslendi.
"Bir dakika genç adam. Senin kalbin benimki kadar güzel değil." Orada bulunan herkes ve genç adam bu kez yaşlı adamın kalbine baktılar. Çok güçlü atıyordu ama izler ve yaralarla doluydu. Kimi parçaları yok olmuştu, kimi parçaların yerine ise küçük küçük parçalarla yamalar yapılmıştı. Genç adam "Şaka yapıyor olmalısın. Yaralarla, yırtıklarla, çatlaklarla dolu kalbini nasıl olurda benim tek bir leke dahi bulunmayan kalbimle mukayese edebilirsin?" Yaşlı adam kendisinden emin bir şekilde yanıt verdi "Evet, senin kalbin mükemmel görünüyor, ama bak benim kalbimde gördüğün her yara, sevgimi verdiğim bir kişiyi temsil eder. Kalbimin bir parçasını kopartıp hep sevdiklerime verdim ve çoğu kez onlar da bana kendi kalplerinden birer parça koparıp verdiler. Bazıları tam benim parçamın büyüklüğünde olmadığı için arada boşluklar kaldı. Ancak ben bu boşluklara şükrediyorum. Çünkü onlar, paylaşılan sevgileri bana anımsatıyor. Bazen sevgimi cömertçe vermeme rağmen karşılık alamadım. Kalbimdeki bu derin boşlukların nedeni işte bu karşılık alamadığım sevgilerdir. Bu derin çukurlar bana acı veriyor ama olsun, onlar da benim hayattan aldığım derslerin birer eseri. Şimdi gerçek güzelliğin ne olduğunu anladın mı? Genç adam yaşlı adama doğru yürüdü, harika güzellikteki kalbinden bir parça kopardı ve yaşlı adamın titreyen ellerine verdi. Yaşlı adam o parçayı aldı ve kalbine yerleştirdi. Sonra kendi kalbinden koparttığı bir parçayı, genç adamın kalbinde oluşan boşluğa yerleştirdi. Genç adam kalbine baktı. Artık mükemmel değildi ama öncekinden daha güzeldi. Çünkü yaşlı adamın kalbinden sevgi onun kalbine akmıştı. Birbirlerine sarıldılar ve yan yana yürümeye başladılar...

Önyargı

Küçük çocuk büyük insan edasında pastaneden içeri girip masalardan birine oturdu. Cebinden parasını çıkartıp saymaya başladı. Garson kız küçük beyin oturduğu masaya yaklaştı.
-Evet; ne istiyorsun?
-Şey... Bir dilim pasta ne kadar
-20 sent
-Peki bir küllah dondurma?..
-12 sent
Çocuk elindeki paraları tekrar saymaya başladığında garson kız ona çıkıştı
-Acele et, akşama kadar senin siparişini bekleyemem, ne istiyorsan çabuk söyle.. bir sürü müşteri var görmüyor musun?
-Tamam, bana bir küllah dondurma lütfen.
Garson kız siparişi aldıktan sonra "Çattık yaa" diyerek uzaklaştı küçük çocuğun masasından. Bir süre sonra da dondurmayı getirip çocuğun masasına sert ve kızgın bir tavırla koyup gitti.
Çocuk dondurmasını yedikten sonra uzun bir süre garson kızın gelip hesabı almasını bekledi ama kız onunla hiç ilgilenmiyordu.
-Beni görmüyor mu acaba? diye geçirdi çocuk içinden. Sonra kalkıp kasaya gitti, yediği dondurmanın bedeli olan 12 senti ödeyip dükkandan çıktı. Bir süre sonra garson kız küçük beyin oturduğu masayı temizlerken servis tabağının altında 8 sentlik bahşişini buldu. Genç kızın, gözlerinden yaşlar süzülmeye başladı "Beni affet küçüğüm..." dedi "ne olur beni affet..."



Pişmanlıklarınızın daha az sayıda olmaları için;
ÖNYARGIDAN UZAK DURUN LÜTFEN !

Her Şerde Bir Hayır

Bir zamanlar Afrika'daki bir ülkede hüküm süren bir kral varmış. Kral, daha çocukluğundan itibaren arkadaş olduğu, birlikte büyüdüğü bir dostunu hiç yanından ayırmazmış. Nereye gitse onu da beraberinde götürürmüş.

Kralın bu arkadaşının ise sıradışı bir alışkanlığı varmış. İster kendi başına gelmiş olsun,ister başkasının, ister iyi olsun ister kötü, her olay karşısında hep
"Bunda da bir hayır var!" dermiş.

Bir gün kralla arkadaşı birlikte ava çıkmışlar. Kralın arkadaşı tüfekleri dolduruyor, krala veriyor, kral da avlanıyormuş. Arkadaşı , tüfeklerden birini doldururken bir yanlışlık yapmış ve kral ateş ederken tüfeği geri tepmiş, kralın başparmağı kopmuş. Durumu
gören arkadaşı her zamanki sözünü
söylemiş: "Bunda da bir hayır var!"
Kral acı
ve öfkeyle bağırmış:
"Bunda hayır falan yok! Görmüyor musun,
parmağım koptu!" Ve sonra da kızgınlığı geçmediği için arkadaşını zindana attırmış.

Bir yıl kadar sonra, kral insan yiyen kabilelerin yaşadığı ve aslında uzak durması gereken bir bölgede birkaç adamıyla birlikte avlanıyormuş. Yamyamlar onları ele geçirip köylerine götürmüşler. Ellerini, ayaklarını bağlayıp köy meydanında yaktıkları kocaman ateşin başında toplanmışlar. Kral ve adamlarını pişirmeye hazırlanıyorlarmış ki , kabile reisi, kralın başparmağının olmadığını farketmiş. Kabilenin, batıl inançları nedeniyle uzuvlarından biri eksik olan insanlar yenmiyormuş. Böyle bir insanı yedikleri takdirde başlarına kötü olaylar geleceğine inanıyorlarmış. Korkuyla, kralı çözmüş, serbest bırakmışlar. Diğer adamları ise pişirip yemişler.

Kral , kurtuluşunun kopuk parmağı sayesinde gerçekleştiğini düşündükçe,onca yıllık arkadaşına reva gördüğü muameleden dolayı pişman olmuş. Hemen zindana , arkadaşının yanına koşmuş ve başından geçenleri bir bir
anlatmış."Haklıymışsın! Parmağımın
kopmasında gerçekten de bir hayır varmış. İşte bu yüzden, seni bu kadar uzun süre zindanda tuttuğum için özür diliyorum.Yaptığım bu haksızlıktan ötürü beni affetmeni istiyorum." "Hayır" diye karşılık vermiş arkadaşı.
"Bunda da bir hayır var... ve asıl ben size teşekkür etmeliyim." "Ne diyorsun Allah aşkına?" diye haykırmış kral. "En yakın arkadaşımı bir yıl boyunca zindanda tutmanın neresinde hayır olabilir?" Arkadaşı yanıt vermiş; "Düşünsenize, ben zindanda olmasaydım,
sizinle birlikte avda olurdum...Ve sonra!!!..."

Örümcek







Dünya hayatında hep kötülük işleyen bir adamı ölünce
cehennem kapısında bir melek karşıladı. Melek adama
şöyle seslendi: "Hayatta iken tek bir gün bile birisine
iyilik yaptıysan buraya girmeyeceksin. "
Günahkar adam uzun süre düşündükten sonra,

bir keresinde ormanda gördüğü örümceği hatırladı.
Balta girmemiş ormanda yürürken önüne
bir örümcek ağı çıkmıştı. Adam ağı bozmamak
ve örümceği ezmemek için o gün yolunu değiştirmişti.
Heyecan içinde o günü meleğe anlattı.
Melek adama gülümsedi ve ardından elini şaklattı.
Gökten bir örümcek ağı inmişti.
Adam bu ağa tutunarak cennete girebilecekti.
Adam neşe içinde ağa tırmanırken cehennemden bazıları da
bu ağa tutunarak cennete gitmeye çalıştılar.
Ama adam ağın o kadar çok insanı taşımayacağından
korkarak onları itmeye başladı.
Tam o sırada ağ gerçekten koptu ve diğerleri ile
birlikte adam da cehenneme düştü.
"Yazık" dedi melek.
"Bencilliğin, hayatında işlediğin tek iyiliği de kötülüğe dönüştürdü.
O insanlara şefkat gösterebilseydin eğer,
ağın herkesi taşıyabileceğini de görecektin."

''YAŞAMIN ÖRÜMCEK AĞINI ÖREN İNSANIN KENDİSİ DEĞİLDİR.
O, BU AĞDA SADECE BİR TELDİR VE BU AĞA YAPTIĞI KATKIYI
ASLINDA KENDİ YAŞAMINA YAPMAKTADIR.....

Geleceğini biliyordum

Savaşın en kanlı günlerinden biri..

Asker, en iyi arkadaşının biraz ileride
kanlar içinde yere düştüğünü gördü.
İnsanın başını bir saniye bile siperin
üzerinde tutamayacağı ateş
yağmuru altındaydılar.

Asker teğmene koştu ve
"Teğmenim, fırlayıp arkadaşımı
alıp gelebilir miyim?.."
Delirdin mi der gibi baktı teğmen...
"Gitmeye değer mi?.
Arkadaşın delik deşik olmuş...
Büyük olasılıkla ölmüştür bile..
Kendi hayatını da tehlikeye atma sakın."
Asker ısrar etti ve teğmen
"Peki " dedi. "Git o zaman..."

İnanılması güç bir mucize...

Asker o korkunç ateş yağmuru
altında arkadaşına ulaştı.
Onu sırtına aldı ve koşa koşa döndü...
Birlikte siperin içine yuvarlandılar.
Teğmen kanlar içindeki askeri muayene etti...
Sonra onu sipere taşıyan
arkadaşına döndü:
"Sana değmez, hayatını tehlikeye atmana
değmez demiştim. Bu zaten ölmüş..."
"Değdi teğmenim" dedi asker...
"Nasıl değdi?" dedi teğmen...
"Bu adam ölmüş görmüyor musun?.."
"Yine de değdi komutanım.
Çünkü yanına ulaştığımda henüz sağdı.
Onun son sözlerini duymak,
dünyaya bedeldi benim için."

Ve ölen arkadaşının son sözlerini tekrarladı:

Geleceğini biliyordum!.." demişti arkadaşı,
"GELECEĞİNİ BİLİYORDUM..."

Neredesin Sen

Gönlüm Hep Seni Arıyor Neredesin SEN | video.mynet.com

Şu garip halinde bile işveli nazlı
Gönlüm hep seni arıyor, neredesin sen?
Tatlı dillim, güler yüzlüm, ey ceylan gözlüm
Gönlüm hep seni arıyor, neredesin sen?

Ben ağlarsam ağlayıp gülersem gülen
Bütün dertleri bağlayıp gönlümü bilen
Sanki kalbimi bilerek yüzüme gülen
Gönlüm hep seni arıyor, neredesin sen?

Sinemde gizli yaramı kimse bilmiyor
Hiç bir tabip şu yarama merhem olmuyor
Boynu bükük bir garibim yüzüm gülmüyor
Gönlüm hep seni arıyor, neredesin sen?

8 Kasım 2010 Pazartesi

Sensiz Yarım

Her şey yarım
Dışarıda sensiz bir pazartesi
Yeniden başlamak lazım
Hatırlamamak galiba en iyisi
Sensiz yarım
Yaşanacak ne varsa
Bir yanm
Merhaba diyor yeni gelen sabaha
Zifir karanlıkta kalmış
Sensiz yarım
Şarkılar yarım
Susmuş radyolarda aşk
Çekip gidişin gibi
Kapkara büyüyor yokluğun cehennemi
Yaruyor tutuşmuş yarım
Resimler yarım
Gözlerin yok saçların yok
Elele gülmüşüz güllerin önünde
Ellerin yok
Ağlıyor gülen yarım
Sözler yarım
Unutulmuş ne varsa sevdaya dair
En güzel yerinden susmuşsun aşkı
Seni seviyorum desen ne olur
Lal olmuş söyleyen yarım
Kapılar yarım
Vurup gidişin arkana bakmaksızın
Bir sızı bırakmışsın
Acıyor her kapı çalınışta
Seni bekleyen yarım
Sensiz yarım
Yaşanacak ne varsa
Bir yarım
Merhaba diyor yeni gelen sabaha
Zifir karanlıkta kalmış
Sensiz yarım
Aşk yarım
Ben yarım
Her şey yarım
Dışarıda sensiz bir pazartesi
Yeniden başlamak lazım
Hatırlamamak galiba en iyisi

Şiir: İbrahim Sadri
Müzik : Fikret Hasani

7 Kasım 2010 Pazar

Mutlu Yıllar


Bugün dünyayı istediğin bir renge boya
Rengârenk batan günü al karşına
Bir renk de kendinden kat
Çocuklar gibi saf, temiz ve berrak
Kapat gözlerini bir hikâye yarat
Vazgeçme hissedilir biraz da sıcaklığını kat
Kalbindeki elleri bırakma sıkıca tut
Çünkü varlıktır sevgiye en güzel kanıt
Yalnızlığın saltanatını sür, sür ama
Birikmiş sevginden, herkese bir parça ver
Bir tebrik, bir arama bin umuttur insana
Mutlu yıllar, mutlu yıllar sana …

Can YÜCEL

Hayat her yaşta güzeldir


Bedenim iki dal döktü
Sanki içimde kıyamet koptu
Çaresiz suladım gövdemi
Sert rüzgarlar, fırtınalar koptu.
Yeşermedi filizlenen fidanlarım
Boran esti talan oldu dallarım
Hep çıkmaza girdi yollarım
Gizli baltalar vurdu kollarım
Derbeder günler süpriz
Yıkıldım güpe gündüz
Kavruldum kaldım susuz
Hazan oldu yaprak döktü doğum günümüz..

Can Yücel

5 Kasım 2010 Cuma

Birlikte Ayrılık


Müşfik KENTER

Ebru Sanatıyla Anlatılan Bir Aşk Hikayesi..

Siyah Gözlerine Beni de Götür


İbrahim Sadri


siyah gözlerine beni de götür
daha dokunmadan kurudu irem
çöllere bir türlü yağamıyorum
yeni bir koşuşun başlangıcında
biraz deprem sonrası
biraz şehir hülyası
bir kalp yangınından geriye kalan
siyah gözlerine beni de götür


artık bu yerlere sığamıyorum
pembe uçurtmalar yollandığından beri
sarardı tiryaki menekşeleri
sonbaharın tozlu kafeslerinde
sevgi turnaları yakalıyorum
turnalar gidiyor; ben kalıyorum
avareyim, asûdeyim, yorgunum
bilmiyorum neden sana vurgunum
erzurum garında banklar üstünde
uyku tutmuyor karanlıkları
yitik düşlerimi kovalıyorum
gölgeler gidiyor; ben kalıyorum

binbir türlü kokuyorsa yaylalar
siyah gözlerine beni de götür
baharın koynundan koparıp sana
ipek bir mendile sardığım yüreğimle
şehzade gülleri gönderiyorum
umutlar kalıyor; ben gidiyorum

bütün yelkenlileri, deniz fenerlerini
kaptanları sorgulayan
yanından geçen küheylanların
korku tûfanına yakalandığı
siyah gözlerine beni de götür
güneş ülkesinden gelen yiğitler
benzeri olmayan bir dünya kursun
cellat, ayrılığın boynunu vursun

usul usul intizârı çürüten
bu hercai diken, bu çılgın arzu
sürüklüyor imkânsız muştuların
eşiğine gönül vâdilerini
bir ağaçtan düşen yapraklar gibi
düşüyorum tanyerine
ya topla yaralı kırlangıçları
ya da bu vefâsız şarkıyı bitir
özgürlüğe giden tutsaklar gibi
siyah gözlerine beni de götür
                                                   Nurullah Genç

Takvimlerden haberin yok mu


Gülay

Takvimlerden haberin yok mu
Geçiyor yıllar
Bana küsmüş yüzüme gülmez
Zalim aynalar

Kimimiz yorgun,kimimiz vurgun,
Kimi isyankar
Acı gerçek bu ömrümüz bir su
Geçiyor yillar..

Vakit geç olmuş dönülmez yolmuş
Yürek bin pişman
Bundan böyle bana meyler dost
Geceler düşman

Hani nerde beklenenler
Medet umdum senelerce
Anılar hep dolu dizgin
Bana hayır yok gecelerden

Başka Biri Olacaksın


Selçuk YÖNTEM

Aklımın Dur Dediği Yerlerde Duramadım


Yıldız KENTER


Söylenmemiş sevgilerde
Açılmamış şarapların tadı var

Geceler senden önceydi
Şafağı gördüm sende
Tutkulu duyguların yansıyan ışığıydı
Parlayan gözlerinde

Yasaklar davet gibi çağırdı olmazlara
Her zaman hep sana yöneldi duygularım
Aklımın dur dediği yerlerde duramadım
Yasaklar davet gibi çağırdı olmazlara

Çıkmazlar sokağında hep seni sabahladım
Olmazı olur sandım
Yoruldu umutlarım

Tutku, duygularımın yansıyan ışığıdır
Parlayan gözlerimde…

Yıldız KENTER

Neredesin Sen


Neşet Ertaş

Şu garip halimden bilen işveli nazlım
Gönlüm hep seni arıyor neredesin sen
Tatlı dillim güler yüzlüm ey ceylan gözlüm
Gönlüm hep seni arıyor neredesin sen

Ben ağlarsam ağlayan gülersem gülen
Bütün dertlerime ağlayıp gönlümü bilen
Sanki kalbimi bilerek yüzüme gülen
Gönlüm hep seni arıyor neredesin sen

Sinemde gizli yaramı kimse bilmiyor
Hiç bir tabip yarama merhem olmuyor
Boynu bükük bir garibim yüzüm gülmüyor
Gönlüm hep seni arıyor neredesin sen

Kaynak: Neset Ertas
Yöre: Kirsehir

Cesaretin Var mı Aşka


Gülay 

Bir gün bir çılgınlık edip
Seni sevdiğimi söylesem
Alay edip güler misin
Yoksa sen de sever misin

Cesaretin var mı aşka
Çarpıyor kalbim bir başka
Sen de böyle sevsen keşke
Desen bana yar

Konuşmadan gözlerinle
Beni sevdiğini söylesen
Yüreğime gözlerini
Ölene dek mühürlesen

Cesaretin var mı aşka
Çarpıyor kalbim bir başka
Sen de böyle sevsen keşke
Desen bana yar

Baharda Kuşlar Gibi



Baharda kuşlar gibi geldin kondun dalıma
Susamıştın sevgiye
Çiçekler sundum sana
Seversin diye, seversin diye

İstemem senden başka birini
Tamamlıyoruz birbirimizi
Kusurumuz sevilmek sevmek olursa
Kusursuz olmaz insan hayata

Özdemir ERDOĞAN

İstanbul Ağlıyor


Gülay -İstanbul Ağlıyor,


Trende biletsiz sevdalar vardı
Vagonlar kaçaklara göz yumarlardı
Aksa da yüreklere kar pınarları
Sevdanın arkası var
Ardı bahardı!

İstanbul ağlıyor sen ağlıyorsun
Hadi git git artık ne duruyorsun?
Yolcular hep kaçak biz ise tutuklu
Gözler ağlıyor tutkulu çocuksu
İstanbul ağlıyor sen ağlıyorsun
Sevdiğin bekliyor ne duruyorsun?

4 Kasım 2010 Perşembe

Seni Çok Özledim

İki güneş geçti bir gece
Biraz yağmur yağdı bana
Biraz ben yağmura...
Sevdiğim bir ...şarkı çıktı radyoda
Yarısına ben eşlik ettim
...Yarısına gözlerim...
Anlatmak istemiyorum ama
Ben Seni Burda Çok Özledim!..
 
Ceyhun Yılmaz

Tıkanıp Kaldığında Hayat

Bir yerlerde tıkanıp kaldığında hayat, soluk almak güçleştiğinde,
Yüreğin susup, mantığın sürüklemeye başladığında ayaklarını,
Dağlara dönmeli yüzünü insan.
Yeni patikalar, yeni yollar seçmeli, yüreğini ferahlatacak;
Yeni insanlarla tanışmalı, yeni kesifler yapacak....
Hep isteyip de, bir gün yaparım diye ertelediği ne varsa,
Gerçekleştirmeyi denemeli!
Her geçen gece, ölüme bir gün daha yaklaştığını; zamanın bir nehir,
Kendisinin bir sal olup da, o dursa da yolculuğun devam ettiğini anlamalı.
Baş döndürücü bir hızla geçiyorsa birbirinin aynı günler,
Her aksam aynı can sıkıntısıyla eve giriliyorsa,
Değiştirmeye çalışmalı bir şeyleri;
Küçük şeylerle başlamalı belki; örneğin, bir kaç durak önce inip
Servisten, otobüsten; yürümeli eve kadar, 
yüreğine takmalı güneş gözlüklerini;
Gördüğünü hissedebilmeli!
Sağlığını kaybedip, ölümle yüz yüze gelmeden önce,
Değerli olabilmeli hayat!
İlla büyük acılar çekmemeli, küçük mutlulukları fark etmek için!
Başkasının yerine koyabilmeli kendini;
Ağlayan birine "gül", inleyen birine "sus" dememeli!
Ağlayana omuz, inleyene çare olabilmeli!
Şu adaletsiz, merhametsiz dünyaya ayak uydurmamalı;
Sevgisiz, soysuz kalarak!
Dikeni yüzünden hesap sormak yerine gülden,
Derin bir soluk alıp, hapsetmeli kokusunu içine...
Günesin doğusunu seyretmeli arada bir, seher yeli okşamalı saçlarını...
Karda, yağmurda; sevincine, coşkusuna; fırtınada boranda;
Öfkesine, isyanına ortak olabilmeli doğanın!
Bir çocuğun ilk adımlarında umudu; bir gencin düşlerinde geleceği;
Bir yaşlının hatıralarında geçmişi görebilmeli!
Çalışmadan başarmayı, sevmeden sevilmeyi, mutlu etmeden mutlu
Olmayı beklememeli!
Ama küçük, ama büyük; her hayal kırıklığı, her acı;
Bir fırsat yasamdan yeni bir şeyler öğrenebilmek için; kaçırmamalı!
Çünkü; hiç düşmemişsen, el vermezsin kimseye kalkması için, hiç
Çaresiz kalmamışsan, dermanı olamazsın dertlerin; ağlamayı bilmiyorsan,
Neşesizdir kahkahaların;
Merhaba dememişsen, anlamsızdır elvedaların...
Ne, herkesi düşünmekten kendini, ne; kendini düşünmekten herkesi unutmamalı!
Bilmeli; çok kısa olduğunu hayatın; hep vermek ya da hep almak için...
Sadece, anlatacak bir şeyleri olduğunda değil,
Söyleyecek bir şey bulamadığında da dinleyebilmeli!
Aklı ve kalbiyle katılabilmeli sohbetlere...
Hafızası olmalı insanın; hiç değilse, aynı hataları,
aynı bahanelerle tekrarlamaması için!
Soruları olmalı, yanıtları bulmak için bir ömür harcayacak!
Dostları olmalı, ruhunun ve zihninin sınırlarını zorlayacak!
Herkese yetecek kadar büyük olmalı sevgisi;
Ama, kapasitesi sınırlı olmalı yüreğinin ki, hakkını verebilsin
sevdiklerinin; Zaman bulabilsin;
Bir teşekkür, bir elveda için...
Yasam dedikleri bir sınavsa eğer;
Asla vazgeçmemeli sevmek ve öğrenmekten;
Ama, herkesi sevemeyeceğini de her şeyi 
bilemeyeceğini de fark edebilmeli insan!
Tıpkı, her şeye sahip olamayacağı gibi...
Zamanın ninnisiyle, uykuda geçirmemeli hayatı...!

Can Dündar

3 Kasım 2010 Çarşamba

En Güzel

Bu müze var ya bu müze
Seninle gezerken güzel
Kimseler yoksa salonda
Seni öpmek en güzel
Bu rakı var ya bu rakı
Seninle içerken güzel
Kimler olursa olsun varsın
Rakılı ağzından öpmek en güzel
İşte bu dünya var ya bu dünya
Seninle yaşarken güzel
Sen varsın ya sen
Ancak benimleysen güzel


Aziz NESİN

Kimi Sevsem, Sensin...

Kimi sevsem sensin / hayret
Sevgin hepsini nasıl değiştiriyor
Gözleri maviyken yaprak yeşili
Senin sesinle konuşuyor elbet
Yarım bakışları o kadar tehlikeli
Senin sigaranı senin gibi içiyor
Kimi sevsem sensin / hayret
Senden nedense vazgeçilemiyor

Her şeyi terk ettim / ne aşk ne şehvet
Sarışın başladığım esmer bitiyor
Anlaşılmaz yüzü koyu gölgeli
Dudakları keskin kırkızı jilet
Bir belaya çattık / nasıl bitirmeli
Gitar kımıldadı mı zaman deliniyor
Kimi sevsem sensin / hayret
Kapıların kapalı girilemiyor

Kimi sevsem sensin / senden ibaret
Hepsini senin adınla çağırıyorum
Arkamdan şımarık gülüşüyorlar
Getirdikleri yağmur / sende unuttuğum
Hani o sımsıcak iri çekirdekli
Senin gibi vahşi öpüşüyorlar
Kimi sevsem sensin / hayret
İn misin cin misin anlamıyorum
Attilâ İLHAN

Sen

Koku, tad, sıcak... sende her aradığım vardı:
Seni soğuk bulanlar, ısıtamayanlardı.

Arif Nihat ASYA

Çok Geç

Israrına kandım diyemezsin, çok geç.
Bir anda inandım diyemezsin, çok geç!
Kor nerde ki? Bir baksana küller soğumuş...
Ateş gibi yandım diyemezsin, çok geç!


Ümit Yaşar OĞUZCAN

Bir Gün Anlarsın


Selçuk YÖNTEM




Uykuların kaçar geceleri,
Bir türlü sabah olmayı bilmez,
Dikilir gözlerin tavanda bir noktaya
Deli eden uğultudur başlar kulaklarında,
Ne çarşaf halden anlar, ne yastık
Girmez pencerelerden beklediğin aydınlık,
Kapanır yatağına çaresizliğine ağlarsın,
Onun unutamadığın hayali,
Sigaradan derin bir nefes çekmişçesine dolar içine,
Sevmek ne imiş bir gün anlarsın.

Bir gün anlarsın aslında her şeyin boş olduğunu,
Şerefin, faziletin, iyiliğin güzelliğin.
Gün gelir de, sesini bir kerecik duymak için,
Vurursun başını soğuk, taş duvarlara,
Büyür gitgide incinmişliğin, kırılmışlığın
Duyarsın.
Ta derinden acısını çaresiz kalmışlığın.
Sevmek ne imiş bir gün anlarsın.

Bir gün anlarsın ne işe yaradığını ellerinin
Niçin yaratıldığını.
Bu iğrenç dünyaya neden geldiğini
Uzun uzun seyredersin aynalarda güzeliğini
Boşuna geçip, giden yıllarına yanarsın.
Dolar gözlerin, için burkulur
Sevmek ne imiş bir gün anlarsın.

Bir gün anlarsın tadını sevilen dudakların
Sevilen gözlerin erişilmezliğini
O hiç beklenmeyen saat geldi mi
Düşer saçların önüne ama bembeyaz
Uzanır gökyüzüne ellerin
Ama çaresiz
Ama yorgun
Ama bitkin
Bir zaman geçmiş günlerin uykusuna dalarsın
Sonra dizilir birbiri ardınca gerçekler acı
Sevmek ne imiş bir gün anlarsın

Bir gün anlarsın hayal kurmayı
Beklemeyi
Ümit etmeyi
Bir kirli gömlek gibi çıkarıp atasın gelir
Bütün vücudunu saran o korkunç geceyi
Lanet edersin yaşadığına
Maziden ne kalmışsa yırtar atarsın
O zaman bir çiçek büyür kabrimde kendiliğinden

Seni sevdiğimi bir gün anlarsın.
Ümit Yaşar OĞUZCAN